top of page
  • Yazarın fotoğrafıAnıl Yetişen

Çocuklarda Korku Deneyi

Tarihteki en önemli psikolojik deneylerden biri olarak kabul edilen Little Albert Experiment, bilinen adı ile Küçük Albert Deneyi.



1920 yılında Watson ve asistanı bir deney yaparak duyguların sonradan öğrenildiğini kanıtlamak istediler.


John Hopkins Üniversitesi profesörlerinden John Watson “Korku, insanda sonradan edinilen bir refleks mi yoksa doğuştan gelen bir dürtü mü?” sorusunun cevabını aramak üzere yola çıktı. Kısaca “Şartlandırma Deneyi” olarak anılan bu araştırma yapılırken bir bebeğin hayatının hiçe sayıldığı hiç düşünülmemişti. Bu deney bir çocuğu sadist bir şekilde korkutuyor mu, yoksa modern psikoloji de devrim yaratacak bir deneyi mi?


Davranış Psikolojisi ekolünün kurucusu Watson ve asistanı Rosalie Rayner, çalıştıkları John Hopkins Hastanesi'nin kreşinde oynayan çocukları uzaktan incelemeye başlarlar.

Korku hakkındaki sorularının cevapları için kesin yanıtlar alabilecekleri testler yapmaları gerekir. Araştırma için izin alabilecekleri bir aile ararlar. Sonuç olarak 8 aylık sağlıklı bir bebek olan Albert ile bir deney tasarlamaya karar verirler. Tarihteki en önemli psikolojik deneylerden birine başlamadan önce küçük Albert’a birkaç duygusal test yaparlar.


Minik bebeğe, sırasıyla, ilk kez karşılaştığı beyaz bir fare, tavşan, yanan kağıt parçaları, peruk ve maske gösterilir. Amaç, Albert’ın bunlara koşulsuz karşı tepkisi olup olmadığını incelemektir. Sonuç olarak Albert, gördüğü hiçbir nesneye karşı korku göstermez; her şeye gülümser. Bu testten sonra Albert’ı boş bir odaya götürürler. Odada Albert’ın üzerine oturduğu bez yatak haricinde hiçbir eşya bulunmaz. Daha sonra Watson ve asistanı Rayner odadan çıkar, yalnız bıraktıkları Albert’ın yanına beyaz laboratuvar faresi salarlar. Albert, fareden korkmadığı gibi, tam tersi bir tepki göstererek fareyi çok sever, yakalamaya çalışıp, gülmeye başlar.


Artık bir sonraki aşamaya geçmeye hazırdırlar. Albert, fareye her dokunduğunda iki demir çubuğu birbirine vurarak rahatsız edici sesler çıkarmaya başlarlar. Sesleri duyan küçük Albert ağlamaya başlar. Oda yeniden sessizleşince fareyle oynamaya devam eden Albert, yine fareye dokunduğu ilk anda psikologların çıkardığı o gürültülü sese maruz kalır.


Albert çok geçmeden fareye karşı tedirginlik duymaya başlar. Fareyi, korkutucu bir gürültüyle ilişkilendirmeyi öğrenmiştir. Devamında Watson ve Rayner deneyi başka tüylü objelerle de tekrarladılar. Çıkan sonuç: Albert, özellikle beyaz renkli, tüylü bir nesne gördüğünde ondan korkup, ağlamaya başlıyordu. 1920’lerde yapılan bu deneyle bilim insanları koşullu korkuyu kanıtdılar fakat deney uğruna 8 aylık bir bebeğe yapılan koşullandırmayı geriye alamadıkları, onu iyileştirmedikleri için de büyük tepki gördüler.


Watson’ın hedefi elbette bir bebeğe fareden korkmayı öğretmek değildi. Bu deney onun, psikolojiyi daha az felsefi ama daha bilimsel yapma çabasının bir parçasıydı. Ona göre psikologlar duygular, zihin durumları ve bilinçdışı gibi muğlak, belirsiz şeylere boşuna zaman harcıyordu. Watson, psikologların, uyarım ve tepki arasındaki ilişki gibi ölçülebilir ve görünür davranışlara odaklanmalarını istiyordu.


Watson’ın bu deneyini referans noktası kabul eden “Davranışçılık” sonraki elli yıl boyunca psikolojik araştırmalarda egemen bir ekol haline geldi. Ne var ki, bir çok kişi açısından da bebeklerin bilim uğruna dahi bile olsa bu tarz deneylerde kullanılması, bebeklerde olası geri dönülmez hasarlar bırakma ihtimalinden dolayı insanlık dışıdır.


Temelde Albert'in korkabilmesi, korku duygusunun varlığı ile mümkün. Korku duygusu olmasa ses çıkaran korkutucu enstrümanlarla fareyi eşleyemezdi. Sonradan korkmayı öğreniyor olsak da korku duygusu temel olarak beynin amigdala isimli iki badem büyüklüğündeki kısmı tarafından yönetilir. Buraya kertenkele beyni de denir ve bizim uzak atalarımızdan miras kalan en ilkel yapıdır.


Yıllarca süren araştırmalara dayanarak, erken dönem duygu bilimcileri bir evrensellik teorisine yöneldiler: Duygular, insanların hayatta kalmasına yardımcı olmak için evrim tarafından şekillendirilen, doğuştan gelen, belirli zorluklara ve fırsatlara biyolojik olarak yönlendirilen tepkilerdir. Yolda ani bir fren sesi ya da bir patlama sesi duyduğumuzda kendimizi korumak için irkiliriz. Anlık korku duygusunun refleksiyle hareket ederek kendimizi korumaya alabiliriz. Korku bizim için de çocuklar içinde gereklidir.


Çocuklarda korkuyu anlamak ve çözüm bulmak için korkularından korkmayın yazıma bakabilirsiniz.


Konuyu biraz farklı bir noktaya taşıyarak noktayı koymak istiyorum.

Watson'ın Albert Deneyi ile ortaya koyduğu üzere korkuya bir şartlı refleks geliştiriyorsak eğer; bu çocukluğumuzda ebeveynlerimizden duyduklarımızdan da etkilenip şartlı korkular geliştireceğimiz anlamına gelmez mi?


Çocukları yetişkin olduklarında da korkutmaya devam eden cümleler genellikle cezalandırıcı sonuçlarla ilişkilendirilmiş "öyle yaparsan böyle olur" şeklindeki tehditlerin.


İşte bazı örnekler:


1. "Eğer odanda düzenli olmazsan, canavarlar seni alır."

2. "Karanlıkta yalnız kalırsan, kötü şeyler olabilir."

3. "Dışarıda yabancılar var, eğer yalnız dolaşırsan seni alırlar."

4. "Yemeğini bitirmezsen, büyüyüp güçlü olamazsın."

5. "Eğer okulda kötü not alırsan, geleceğin kararır."


Bu tür cümleler, istenmeyen davranışları engellemek için kullanılıyor ancak sıklıkla pek işe yaramadığı gibi çocukların korku veya endişe duymasına neden oluyor.

Günümüzde bu tür ifadelerin çocukların kaygı bozukluğunu tetikleyeceği bir sır değil.


Bu yazıyı Spotify'da bu nasıl çocuk böyle podcastinde dinleyebilirsiniz.


2 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Çok zeki

bottom of page