top of page
  • Yazarın fotoğrafıAnıl Yetişen

Toplum Aile ve Çocuk Etkileşimi

Güncelleme tarihi: 23 Eyl

Dünyada ve Türkiye’de Çocuk Hakları Çocuğun korunması, onun “bir insan” olarak sevgi ve şefkate layık olmasının yanında, toplumun bir parçası olması fikrine dayanır (İnan, 1968: 9). 

Evrensel Çocuk Hakları Beyannamesinde çocuğun bazı haklarının olması romantik bir görüş değil; evrensel bir kavram ve taraf devletlerin ve vatandaşlarının kanunen 

“çocukların yüksek menfaatine” yönelik yasal sorumluluklarını yerine getirmekle ilgili bağlayıcılığı olan bir hüküm.


14 Eylül 1990 yılında Türkiye Cumhuriyeti, Çocuk Hakları Evrensel Bildirgesini imzalayarak; 

kanunen tüm çocukların doğuştan sahip olduğu; eğitim, sağlık, yaşama, barınma; fiziksel, psikolojik veya cinsel sömürüye karşı korunma gibi haklara yönelik sorumluluk alan taraf devletlerden birisi oldu.


Çocuk, sistemin en küçük halkası, toplumun çekirdek yapısı olan bir aileye doğar.  Toplum aile ve aile çocuk ilişkisi, ticari ve çok uluslu şirketlerin  “kurum kültürüne” benzetilerek daha kolay anlaşılabilir. Ya da mahalle kültürü dediğimizde, oraya ait sözsüz kuralları da getirebiliriz aklımıza.


Her şirketin yazılı olmayan bir kültürü var.  Çalışanlar şirket kültürüne göre 

hareket ederler. Çalışacağımız şirketin ast üst ilişkileri, çalışma şekilleri hakkında

Amerikan şirketi, Alman şirketi, Uzak Doğu şirketi, Avrupa şirketi, Aile şirketi 

diye duyduğumuzda bizi nelerin beklediğini tahmin edebiliriz.


Cinsiyet eşitliğine, çalışan haklarına, insan haklarına, hatta çalışanların ailelerine,

çevre ve doğaya, iletişimde saygıya yatırım yapan şirketler var. 

Elbette karlılıklarını artırmak için.


Bir toplumun karlılığını da o toplumun huzur ve refah seviyesi olarak düşünecek olursak; daha fazla çocukların hak ve özgürlüğüne, temel yaşama haklarına, eşitliğine yatırım yapmayı denememiz gerekiyor. Keşke çocukların da doğacakları aile ve toplumla ilgili önden bilgi sahibi olmak gibi bir şansı olsa. 


Shweder'e göre "kültür ve akıl birbirlerini oluşturur". 

Çocuk aileye, aile de topluma göre şekillenir; küçük ihtimaller dışında, toplumun “kültürü” neyse ailenin de “kültürü” o olurken çocuğun da bundan etkilenmeyeceğini varsaymak bir hata olur.


Mesela eğer çocuğun doğduğu aile "meselelerin mesele edilmemesinin" öğütlendiği bir toplumda olan, dolayısıyla ölümü pek konuşmayan bir aile ise çocuk ölüm fikrinden korkacak bu konuyu pek açmayacak, etrafından duyduğunda da tedirgin olacaktır.


Örneğin bizim gençliğimizde, seçim zamanı evde hangi siyasi partiye oy verileceğinin konuşulması ayıp sayıldığından, bunu dışarda da başkalarına sormaya çekinirdik.

Bizim ailelerimizin siyasi korkularını da darbeler, çatışmalar etkilemiş olsa gerek.


Öfkelerini birbirlerine küserek yaşayan, açık iletişimin olmadığı evlere doğan çocukların bugün ilişkilerinde ortadan kaybolarak ayrılan yetişkinler olduğunu da biliyoruz. Şimdilerde buna ghosthing deniyor. Aile kültürü hal ve hareketlerimizi de büyük ölçüde belirlerken, birer yıldız tozu olan bizler de toplumu belirlemeye devam ediyoruz.


Mahalle baskısı ile büyüyen kız çocuklarının üzerlerindeki yük, çalışma yaşamlarında da devam ediyor. Erkekliğin dayanılmaz sancısı olan abartılma ve yüceltilme ile büyütülmüş oğlan çocuklarının da ne canlar yaktığını hepimiz görüyoruz.


Ailesinde hümanizma ruhu ile daha fazla insan, hayvan ve doğa dostu olarak yetişen bir çocuk, cami avlusuna işeyen köpeğin neden ecelenin geldiğini anlamakta zorlanıyor. Benzer şekilde ötekini karşılıksız sevdiği halde neden aldatıldığını anlamakta da zorlanıyor. Varoluşsal krizlerle boğuşan biri iseniz, genellikle içide bulunduğuz zamana ve çevreye ait hissedememenizin sebeplerinden bazıları olarak görebilirsiniz bunları.


Ana babasının karşılıklı olarak suçlamalarını duyarak yetişen bir çocuğun, karşılaştığı en basit hatada dahi karşısındakini suçlamaya başvurması, bir devlet büyüğü olduğunda da başla ulusları suçlamasıyla devam edecektir. Sorumluluğunu, başka ulusları suçlayarak üzerinden atan yetkililer ile yönetilen bir toplumda yaşayan büyük çoğunluk da bunun işe yaradığını düşünerek bunu yaygınlaştırabilir.


Ceza ve korkutma ile büyütülmüş, sonucunda kendi içine kapanma dışında başka bir çaresi 

kalmamış bir çocuğun, yetişkin dünyasında da ötekine sesini duyurabilmeye 

yönelik pek inancı olmaz. Ceza ve korkutmaların hakim olduğu bir toplumda en az sesi çıkanların en çok ezilenler olması tam da bu yüzden.


“Bu tür konular evde konuşulmaz” bir aileye doğan çocuk, toplumda da 

dışarda da bu tür konuları konuşmayan yetişkinler oluyorlar.  Konuşmanın pek sevilmediği bir toplumda saldırgan davranışların da fazlaca olması bir rastlantı değil. Bastırdıklarımız bir nükleer patlamaya yol açıyor.


Bugünün yetişkini olan bizlerin de farkında olmadan ya da korkudan  “çocukların istismar edilmesini” ve “çocukların ortadan kaybolmasını” dışarda konuşamaz haldeyiz.

Ancak çocukları sanal şiddetten uzak tutmak için oyunların yasaklanmasını daha çok konuşuyoruz. Dijital çağdaki tehlikeleri daha çok konuşarak, gerçek hayatta çocukları ve gençleri bekleyen tehlikelerin içimizdeki öfkesini azaltıyoruz.



Yeni yazılardan haberdar olmak için blog'u takibe alabilirsin.

10 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

コメント

5つ星のうち0と評価されています。
まだ評価がありません

評価を追加
bottom of page